"Dünyada demokrasi değil, yırtıcı iktidar yarışıyor"

Ufuk Turu
-
Aa
+
a
a
a

Ufuk Turu’nda Ahmet İnsel, Honduras’taki tartışmalı seçim sürecinden Benin’deki darbe girişimine, Afrika’da demokrasinin yerini alan 'el koyma' siyasetine ve Trump yönetiminin küresel güvenlik doktrinine uzanan geniş bir dünya panoraması çiziyor.

""
Ufuk Turu: 09 Aralık 2025
 

Ufuk Turu: 09 Aralık 2025

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ahmet, merhabalar!

Ahmet İnsel: Günaydın!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Ö.M.:Ufuk Turu’na Honduras’la mı başlayalım?

A.İ.: Evet Honduras’tan başlayalım. Geçen hafta seçim sonuçlarının çok başa baş olduğunu söylemiştik. Bir haftadan fazla zaman geçti, evvelsi gün değil bir hafta önceki Pazar da seçimler olmuştu ama hâlâ sonuçlar açıklanmadı yani aşağı yukarı sekiz-dokuz gün geçti, seçim sonuçlarının sayımı bitmediğini ilan etti Ulusal Seçim Komitesi. Dün akşam itibariyle oy pusulalarının %88’inin sayıldığını biliyoruz. Unutmayalım ki Honduras öyle 100 milyonluk bir ülke değil sonuçta.

Ö.M.: Ben de onu söyleyecektim, 11 milyon bile değil toplam nüfus.

A.İ.: Evet, sonuçta katılımın tam ne kadar olduğunu bile öğrenmek mümkün değil şu anda. Dolayısıyla toplam seçim pusulası ne kadardır bilemiyoruz. Yalnız şunu unutmamak lazım; sadece başkanlık seçimi değil milletvekili seçimi, belediye başkanları ve belediye meclisi üyeleri seçimi ve bir de 20 adet Amerikalar Birliği Parlamentosu seçimi oldu. Dolayısıyla herhalde beş-altı ayrı sandıkta yapılan seçim sayımlarından bahsediyoruz.

Şu anda en önemlisi, herkesin üzerinde durduğu ve en fazla da ABD Başkanı Donald Trump’ın doğrudan müdahale ettiği seçim başkanlık seçimi. Nasry Asfura, muhafazakar sağ ulusal partinin adayı ve geçen hafta bahsetmiştik, Donald Trump açıkça bu adayın seçilmesini istiyor, seçilmediği takdirde de Honduras ile iktisadi ilişkilerini bozacağının tehdidinde bulundu, bunu açıkça söyledi. Asfura’nın partisinden daha önce cumhurbaşkanı olan ve sonra uyuşturucu kaçakçılığını organize etmek suçundan dolayı ABD’ye yollanan, 45 yıl hapis cezası alan eski başkanı da affettiğini ilan etti. Nasıl oluyor bu affetme işi? Bunu anlamıyorum, 45 yıl uyuşturucudan hapis cezası almış bir kişiden bahsediyoruz ve onu affedeceğini söyledi ama tam affetti mi affetmedi mi, o da belli değil.

Nasry Asfura’nın karşısındaki ikinci aday Salvador Nasralla. Kendisi bir televizyon sunucusu ama yıllardan beri siyasete de dahil olan birisi, muhafazakar sağ merkez liberal partinin adayı. Bu ikisinin arasındaki oy farkı şu anda: Asfura’nın oyu %40,2, Asralla’nın oyu ise % 39,5. Aradaki fark çok az. Üçüncü aday, soldan gelen Libre’nin adayı Rixi Moncada’nın aldığı oy%19,2. Moncada, dün şöyle bir deklarasyon yaptı, “Sayım konusu son derece sorunludur” dedi, seçimlerin iptal edilmesi ve yenilenmesi gerektiğini söyledi çünkü Libre partisi de, “Bu seçimlerin ABD Başkanı Donald Trump’ın müdahalesi, baskısı ve oligarşik ittifakın seçim darbesi teşebbüsleri altında gerçekleştiği için biz bu seçimleri tanımıyoruz” demişti. Şu anda böyle bir gelişme yok tabii seçimlerin tanınmamasıyla ilgili ama ne olacağını kestirmek mümkün değil. Aradaki fark çok çok az olursa yani aradaki fark 100-200 oy gibi olursa teknik olarak eşitlik sayılacağı ve seçimlerin yenilenebileceği ihtimali de gündemde. Yasaya göre Ulusal Seçim Komitesi sonuçları açıklamak için 30 güne sahip yani şu anda yasa dışı bir durum yok, 30 gün içinde seçim sonuçlarını açıklaması lazım. Diğer taraftan bu Ulusal Seçim Komitesi de seçim sayımını düzenlemek için görev verdiği bir şirketin bunu başaramadığını ilan etti, ben bunu da pek anlayabilmiş değilim doğrusu. Daha detaylı bakmaya vaktim olmadı ama niçin seçim sayımını bir şirkete havale ediyorlar, bunu anlamadım. Özel bir şirket mi sayım yapıyor? Burada bir soru işareti var.

Ö.Ö.: Artık neoliberalizmde en radikal noktalara gelindi.

A.İ.: Onu ben de düşündüm.

Ö.Ö.: Siyasi partileri de öyle yapsınlar!

A.İ.: Biraz da öyle oldu zaten.

Ö.M.: Öyle zaten.

Ö.Ö.: Seçim kampanyaları öyle oluyor tabii, profesyonel reklam şirketlerine veriyorlar ama partide manifestoyu hazırlama yapanı henüz görmedim.

A.İ.: Yok ama belki yapay zekâ da işin içine girince o da olacaktır.

Ö.Ö.: Evet, siyasi parti programı hazırlayabilir yapay zekâ.

A.İ.: Kesinlikle. Yalnız o zaman siyasi partiler arasındaki farklılığı nasıl oluşturacaklar? Onu da çok merak ediyorum doğrusu.

Ö.Ö.: Ona ‘prompt writing’ deniyor yani daha piyasacı yazarsanız, sosyal demokrat bir program yazarsanız belki fark yaratabilir.

A.İ.: Kesinlikle ama tabii sorduğunuz soruya da bağlı. Honduras’taki seçimler üzerinden baktığımızda artık bir seçimi izlemek için o ülkenin bütün karmaşıklığını da izlemek gerekiyor biliyorsunuz. Honduras, bölgenin en fazla şiddet uygulanan iki ülkesinden bir tanesi: Biri Honduras, diğeri Guatemala. Aynı zamanda bir de belli başlı sekiz-dokuz aile var ve bunlar Honduras’ın bütün iktisadi faaliyetlerini ellerinde tutuyorlar ama hepsi lokanta hizmetinden hava yolu şirketine, inşaattan basına, tarımdan ve gıda endüstrisinden elbette resmi olarak söylenmiyor ama Honduras’ta çok ciddi bir uyuşturucu kaçakçılığı da var. O uyuşturucu kaçakçılığının da büyük ölçüde bu dokuz aile arasında paylaşıldığı veya bunların bir kısmının bunu yaptığı ve bir önceki cumhurbaşkanının tutuklanmasının, 45 yıl hapis cezası almasının nedeni uyuşturucu kaçakçılığını düzenlemek. Düşünebiliyor musunuz? Bir başkan söz konusu olan!



Buradan isterseniz Afrika’ya geçelim; Afrika’da, Benin’de bu sefer geçtiğimiz Çarşamba günü bir askeri darbe teşebbüsü oldu fakat başarısızlıkla sonuçlandı. Başkan görevinin başında olmaya devam ediyor, ordunun içinde başkanlık sarayını korumakla görevli muhafız alayı direnmiş, arkasından da özel kuvvetlerin başındaki kişinin organize ettiği bu darbe teşebbüsünden sonuç alınamamış. Şu anda duruma müdahale edilmiş durumda. Bu darbe teşebbüsü de çok garip bir darbe teşebbüsü çünkü çok az askerle yapılmış ve televizyonu ele geçirdikten sonra da bu darbeyi düzenleyen grup adına televizyonda konuşan kişinin videosunu gördüm. Aynı bir komedi filminden çıkmış gibiydi. Üzerinde tişört var, biraz eğri büğrü bir tişörttü bu, kalaşnikof gibi bir otomatik tüfek omzuna asılı ve kafasında bir miğfer var ama yan duruyor. Aynı komedi filmindeki gibi resmen!

Ö.Ö.: Şanslarını denemiş gibiler değil mi? Bir plan dahilinde değil gibi, çıkalım bakalım belki tutar diye.

A.İ.: Niçin yapıldığını anlamak mümkün değil, doğru dürüst anlatmıyorlar ve ayrıca şunu belirteyim; Benin’de seçimler olacak Nisan ayında ve şimdiki başkan aday olmayacak artık yani bu sefer ilk defa başkanın iki defa seçildikten sonra üçüncü defa seçilme teşebbüsünde bulunmayan bir başkan ki gerçi kendisinin çok yakın adamını aday gösteriyor. Başkan muhalefetin liderini hapsettirmiş, bütün bunlar da var tabii yani Benin bir demokrasi değil diğer tarafıyla. En azından bu başkanı şimdi devirmenin âlemi yok zaten, gidiyor. Anlamak çok zor, bu çerçevede dün akşam Achille Mbembe ile yapılmış bir söyleşiyi okudum. Mbembe’yi bilirsiniz, Türkiye’de de birkaç kitabı yayınlandı. Kendisi son derece önemli Kamerunlu bir siyaset bilimcidir, Afrika’nın siyasi gelişmelerini siyaset bilimine bakış açısıyla zenginleştirerek değerlendirir.

Ö.Ö.:Nekropolitika kitabı önemli değil mi?

A.İ.: Evet, İletişim Yayınları’nda iki kitabı yayınlanmıştı. Achille Mbembe’nin söylediği şöyle bir şey var Afrika ile ilgili; bu sadece Benin’de olan bir olay değil biliyorsunuz, 2020 yılından beri Afrika’da 14 darbe ve darbe teşebbüsü gerçekleşmiş.

Ö.M.: Uganda ile başlayan diktatörlükler var tabii.

A.İ.: Evet, son Eylül ayından beri üç darbe teşebbüsü var Sahel’de biliyorsunuz. Dört ülkede darbe sonrası askeri yönetim kurulmuş durumda. Achille Mbembe’nin söylediği şöyle bir şey var dikkatimi çekti, diyor ki, “Bu ülkelerde yani Afrika’da - birkaç istisna var onları sayacağım biraz sonra - bunu bir demokrasi krizi olarak değerlendirmek son derece yanlıştır çünkü ortada demokrasi yok zaten.”

Ö.M.: Evet, çok önemli.

A.İ.: “Çok partili görünen idari bir sistem var. Bu çok partili idari sistem krizinden bahsetmek gerekir. Hemen hemen bütün ülkelerde hukuk devletinin en basit kriterlerinin hiçbiri hiçbir zaman yerine getirilmemişti. Şimdi de öyle ama geçmişte de öyleydi. Bunların arasında istisna yani demokrasinin en az asgari temel kriterlerinin yerine geldiği, işlediği birkaç ülke var. Onlardan bir tanesi Güney Afrika, bir tanesi Botswana. Diğer yandan Mauritius Adası, Cabo Verde Adası, Seychelles Adası ve bir nebze de Senegal. Bunların dışındaki ülkelerde kurumlar toplumsal ihtilafları siyasal olarak çözmek için değil, diyalog kurmak için değil, kolonyal dönemden miras kalan bir gelenekle emretmek için veya müzakere etmek için değil, ezip bastırıp geçmek için kurulmuş ve çalışan kurumlardır. Dolayısıyla bu ülkelerde çok partili olduğu için hemen ‘demokrasi vardır’ diye düşünmek yanlıştır çünkü partiler ve muhalefetteki partiler de böyle çalışmak üzere kurulmuşlardır. 21.yüzyılın başından beri gördüğümüz gibi, siyasi partiler veya kurumlar bir tür yırtıcılık içinde el koyma imkanlarını ele geçirme savaşı veriyorlar. Tabii burada da kaybeden kişi ve taraf her şeyi kaybediyor yani başkanlığı kaybettiği zaman sadece başkanlığı değil, bütün etrafındaki gelir kaynaklarını kaybediyor, kendi mallarına el konuyor ve çoğunlukla ülkeden kaçmak zorunda kalıyor,” diyor Achille Mbembe. “El koyma sistemi olduğu için kaybetmenin bedeli çok yüksek. Dolayısıyla iktidarı kaybetmemek için her şeyi yapmak da mubah gözüküyor. Bu sadece iktidar partileri için değil, muhalefetten iktidara gelenler de genellikle böyle davranıyor. Hatta şuraya kadar geliyor ki bu beni bayağı düşündürdü. Afrika bağımsızlığının babalarını Achimota, Cabral ve Nkrumahdiye olarak sayabiliriz ve onlar aslında demokrasiyi kabul etmiş kişiler değillerdi; demokrasi nefreti vardı, onlar demir yumrukla ülkeyi yönetmeyi istiyorlardı ama demokrasiye karşı sözle çıkamadıkları için ‘Afrika usulü demokrasi’ kavramını icat etmişlerdi,” diye de ekliyor Mbembe. Belki Ömer, sen de hatırlarsın; bu Afrika usulü demokrasi kavramı hakikaten geçmişte, 1970’lerde epey karşımıza çıkardı.

Ö.M.: Evet.

A.İ.: Sonuçta bir demokrasi değildir bu, hâlâ bunu yaşıyoruz ve kolonyal dönemden kalma gelenekler, kurumlar büyük ölçüde yeni düzen içinde yeni bir tahakküm aracı olarak her yerde çalışıyor. En çok dikkatimi çeken konu da bu; yırtıcı, parçalama ve el koyma siyaseti; imkân ve kaynaklara el koymayı mümkün kılan bir araç olarak işlemesi.

Patrice Lumumba

Ö.M.: Koloniler demokrasi benzeri durumu böyle yaratıyor. Peki, Patrice Lumumba için ne diyor Achille Mbembe?

A.İ.: Patrice Lumumba’dan bahsetmiyor çünkü Lumumba çok erken öldürüldü biliyorsunuz.

Ö.M.: Evet, Belçika’nın öldürülen ilk başkanıydı zaten.

Ö.Ö.: Belçika’nın değil, Belçika tarafından öldürülen.

Ö.M.: Belçika ve CIA tarafından ve bu da açığa çıktı zaten.

A.İ.: Evet, Patrice Lumumba’nın adını vermiyor. Kwame Nkrumah var ama dediğin gibi, Lumumba iktidara daha gelmeden öldürüldü.

Ö.M.: Seçilir seçilmez aslında kaçırıldı ve kemikleri bile bulunamadı yani parçalandı.

A.İ.: Galiba geçenlerde Patrice Lumumba’nın bir dişini ailesine teslim ettiler değil mi? Sadece bir dişi kalmış.

Ö.M.: Evet. CIA’nın da Belçikalılarla beraber büyük rolü olduğu ortaya çıkmıştı. İlk başbakanı ve belki de son çünkü artık ondan sonra Uganda’da bir daha oldu mu demokratik bir şey?

A.İ.: Hayır.

Ö.M.: 1961’de seçilir seçilmez öldürüldü. Onunla ilgili müthiş de bir film var.

A.İ.: Evet. Bu sadece iktidardakiler için değil, bütün her şey silah ve güçle oluyor. Tabii buna iktidardaki partiler kadar Mali’deki, İsrail’deki İslami Cihat Örgütleri’ni, Kongo’daki M23 Örgütü’nü de dahil edebiliriz ve bu aynı zamanda oradaki yer altı zenginliklerine el koyma hareketi de.

Ö.M.: Tam bunlardan bahsetmişken bu noktada bir şey daha ilave edeyim izninle Ahmet; Sudan’da yakın zamanda Hızlı Destek Kuvvetleri, 116 kişiyi öldürdü ve bunlardan 46’sı da çocuk. El Cezire’nin bildirdiğine göre, en az 40 bin kişi öldü Sudan’da ve 2023’ten beri de 12 milyon kişi öldü. Yardım grupları aslında bunun 10 katı olabileceğini de söylüyorlar yani 120 bin kişi öldürülmüş ve 20 milyona yakın insanın da evini barkını kaybettiğini, göçmen olduğunu söylüyorlar.

Bir de Kongo’dan bahsettin, Trump’ın barış anlaşması seremonisinin üstünden birkaç saat geçtikten sonra senin de söylediğin M23 isyancılarının çatışması sonucunda yüzlerce kişi öldü. Bunu Burundi askerleri de destekliyor, büyük bir kaçıştan bahsediliyor, çok ağır durumlar var.

A.İ.: Evet. Nijerya’da da geçtiğimiz günlerde kaçırılan liseli kız öğrencilerin 100’ünü teslim ettiler, serbest bıraktılar ama hâlâ 160 civarında kız ve 12 civarında öğretmenin nerede olduğu meçhul.



Buradan isterseniz son olarak bu ABD Başkanı Donald Trump’ın yönetiminin son açıkladığı ulusal güvenlik stratejisinden biraz bahsedelim çünkü bu pek önümüzdeki dönemin ABD politikasının, en azından Trump iktidarda kaldığı sürece veya Trump’ın destekleyeceği, Trump’ın sağ kolu olun JD Vance seçilirse daha da güçlü biçimde uygulanacak olan yeni, son derece önemli büyük değişiklikler getiren global bir strateji değişikliğini ilan eden bir metin. Aslında Vance, bundan bir buçuk sene önce bunu, bu yeni konsepti Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada dile getirmişti, hatırlayacaksınız.

Ö.M.: Evet, biz de bahsetmiştik.

A.İ.: Bitirmeden birkaç başlıkta bu güvenlik stratejisinin içeriğini özetleyelim isterseniz sonra ileride bunları detaylı biçimde tartışmamız gerekecek çünkü ABD’nin hem ulusal politikası, hem de uluslararası politikasında onların, o kararı alanların siyasi düşün dünyasını yansıtan bir metin.

Birincisi, en büyük hedefin kitlesel güçle mücadele olduğunu belirtiyor ulusal güvenlik stratejisi. Kitlesel göçü bir tür yabancı işgali olarak tanımlıyor ve dolayısıyla bunu asli ulusal güvenlik sorunu olarak ele alıyor. Unutmamak lazım ki ABD’nin bu göç endişesi esas itibariyle Meksika üzerinden oluşan bir endişe, onun dışında deniz yollarıyla Pasifik veya Atlantik kıyılarında Avrupa’da olduğu gibi gerçekleşen bir göç söz konusu değil.

İkincisi, Avrupa’nın bir medeniyet olarak silinmesinin artık büyük bir ihtimal olduğundan bahsediyor. Bunu 200-400 yıl sonra değil, birkaç 10 yıl sonra gerçekleşeceğini, bunun bu kadar yakın olduğunu belirtiyor. Medeniyet olarak silinmesinin en önemli etmenlerinden biri olarak Avrupa’nın bir göç işgali altında olması ve dolayısıyla ulusal kimliğini, medeni kimliklerini kaybetmesi ve tabii nüfusun azalmasıyla doğum oranının hızla düşmesiyle yaşanan bir medeniyet yitirilmesi. Göçmenlerin doğum oranları yüksek olduğu için zaman içinde nüfusta artan bir orana sahip olacaklar fikri, burada açıkça metinde yok ama arka planında onu okuyabiliyoruz.

ABD’nin yönetiminin en önemli çabasının tanrının ABD’nin yurttaşlarına bahşettiği doğal hakları korumak olduğunu söylüyor, bunların da ifade özgürlüğü, din ve inanç özgürlüğü, ortak yönetimi seçme ve yönetme olarak tanımlıyor. Burada ifade özgürlüğünü savunurken, herhangi bir sınırlama olmadan yani karşı tarafı incitici sözler söylemek konusunda bir sınırlama olmaması, halkı kin ve düşmanlığa sevk ve tahrik etmek konusunda sınırlama olmaması yani şu anda demokratik ülkelerde olan ifade özgürlüğünü ifadeyi karşı tarafı yaralayıcı ifadeleri, aşağılayıcı ifadeleri sınırlayan yasaların anti demokratik olduğunu söylüyor. Diğer taraftan unutmayın; Trump, kendisi hakkında eleştirel davranan kişileri işten attırmaktan da geri kalmıyor biliyorsunuz.

Ö.M.: Evet.

A.İ.: Diğer taraftan elitlerin anti demokratik kısıtlamalarını Avrupa’da, İngilizce konuşulan dünyada ve dünyanın geri kalan bazı demokrasilerinde ABD’nin karşı çıkacağını söylüyor. Elitlerin bir girişimi olarak tanımlıyor ve elitler ifade özgürlüğünü kısıtlıyor yaklaşımı tam bir klasik popülist yaklaşım. Diğer taraftan iktisadi güvenlik açısından ABD’nin iklim değişikliği gibi yıkıcı ideolojileri reddettiğini, ‘yıkıcı ideolojileri taşıyan bir radyo olarak’ söylüyor biliyorsunuz.

Ö.M.: Duyduk ama anlayamadık?

A.İ.: Anlayamadınız değil mi?! ABD’nin enerji hakimiyetinin gaz, petrol, kömür ve nükleer üretiminin yeniden güçlendirilmesiyle enerji hakimiyetinin yeniden tesis edileceğini belirtiyor. Avrupa’nın en büyük sorunun Avrupa Birliği ve diğer ulus üstü kurumlar olduğunu belirtiyor. Avrupa’nın başındaki en büyük sorun Avrupa Birliği kurumuymuş ve dolayısıyla “yurtsever siyasal hareketleri Avrupa’da desteklemek gerekiyor” diyor. Yurtsever siyasal hareketler olarak tanımladığı, 'patriot' olarak tanımladığı hareketler de aşırı sağ hareketler biliyorsunuz. Avrupa Birliği’ne karşı çıkan ve sadece ulusal egemenlik, sadece ulus-devlet egemenliğini savunan bir ortak egemenlik anlayışına şiddetle karşı çıkan aşırı sağ partilerden bahsediyor ve onların desteklenmesi gerektiğini söylüyor ki bu hakikaten aynı Honduras gibi artık iç işlerine doğrudan müdahale oluyor.

Ö.M.: Evet ve bir de Rusya’dan pek eleştiri falan gelmedi yani hiç yok.

A.İ.: Bir de şunu diyor; Rusya-Ukrayna savaşında Avrupa yönetimlerinin gerçekçi olmayan beklentilerine son verilmelidir. Çoğu zaten muhalefeti bastırmak için temel demokrasi ilkelerini çiğneyen hükümetler zaten zayıf hükümetler, koalisyon hükümetleri ve Rusya’yı bir tehdit olarak görmenin yanlış olduğunu söylüyor ama Çin’den de hiç bahsetmiyor.

Ö.M.: Avrupa tehdit ve Rusya artık tehdit olmaktan çıkmış.

A.İ.: Aynen. Bir de Orta Doğu’da ABD çıkarlarının giderek azalacağını çünkü ABD’nin petrol, gaz ve enerji üretimini arttırdıkça Orta Doğu’daki stratejik varlığına ihtiyaç kalmayacağını belirtiyor. Şunu de ekliyor; “Orta Doğu’da tarihsel yönetim biçimlerini özellikle monarşilerin, Körfez monarşilerinin yönetim biçimlerine karışmamak gerekir. Onlar kendi bildikleri gibi yönetmekte devam etmelidirler.” Bu arada ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye sorununa müdahale eden Tom Barrack’ın demecini izledim ki o da “Ülkelerin bir özyönetimle yönetilmeleri belki yanlış bir şeydir ama belki de aslında demokrasiden değil, monarşiden bahsetmek gerekir. Monarşiler bu bölgelerde genel tarihsel olgulara daha doğru yanıtlar veriyor” diyor. Bu konuşmayı dehşet içinde izledim!

Ö.M.: Evet, söylenecek bir şey kalmıyor. Bunun üzerinde daha sonra da mutlaka durmamız gerekir. Geleceği karartan, ufku karartan bir durum ama şimdi süremiz bitti. Ahmet, çok teşekkür ederiz.

A.İ.: İyi günler!

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.